14 Aralık 2017 Perşembe

Sevr Barış Anlaşması ve Batı'nın Türkler'in Uygarlık kuramayan Yıkıcı Barbarlar Oldukları Tezi

BATILILAR SEVR ANLAŞMASINA, TÜRKLER’İN UYGARLIK KURAMAYAN YIKICI BARBARLAR OLDUKLARI TEZİNİ DAYANAK GÖSTERMİŞLERDİ. BATI, ATATÜRK’ÜN HAZIRLATTIĞI TÜRK TARİHİNİ SAVAŞLARI İLE DEĞİL DE KÜLTÜR VE MEDENİYET BOYUTUYLA ANLATAN TARİH KİTAPLARINI DA KALDIRTMIŞTI.ÜLKEMİZDE DE, ATATÜRK’ÜN BENİMSEDİĞİ TARİH GÖRÜŞÜNE DAYANAN TÜRK RESMİ TARİHİ’Nİ YALANLAMAYI MESLEK EDİNMİŞ; TÜRKLERİ UYGARLIK DÜŞMANI, OLARAK DAMGALAYAN GİLADSTONİST, RENANİST, HİTLERİST, SEVRCİ HİNT-ARİ AVRUPA RESMİ TARİHİ’Nİ SAVUNAN BİR TAKIM YAZARLAR VARDIR.


Hive’nin Ruslar tarafından işgaline kadar Ruslar’a karşı Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü savunan İngiltere bu tarihten sonra Ruslar’a Hindistan’daki sömürgelerine dokunmamaları karşılığında Osmanlı topraklarını vaad edecekti ve bu politikanın gereği olarak o zamana kadar Avrupa’da benimsenen Turani Avrupa Tarih tezininin tam tersi olarak artık Hint ari Avrupa tarih tezini desteklenecekti, fakat Avrupalılar'ın MÖ 4000’lere tarihlenen “jada taşlı baltaların” Avrupa’ya Türkler tarafından getirilmediği ve dolayısıyla da Türkler’in uygarlık kuramayan yıkıcı barbarlar oldukları konusunda bilim çevrelerini ikna etmeleri gerekecekti. Peki “Jada Taşlı Baltalar” meselesi nedir?
Dünyanın en sert taşı olan “elmas”ın sertlik derecesi 10; Turanlıların 6000 yıl Önce balta ürettikleri Jade taşının sertlik derecesi ise 7’ydi. Bir taş, ancak kendisinden daha sert başka bir taşla işlenebilirdi. Buna göre, Jade taşına biçim verebilmek için, daha önce, ondan daha sert olan ‘elmas’, ‘satir’, ‘zicron’, ‘yakut’, vb. gibi taşları bulmuş, çıkartmış, öğütmüş, kullanmış; bunu yapabilmek içinse binlerce yıl önce günümüz minerolojisine yakın bilgilere ulaşmış olmak gerekiyordu. Turanlı ustalar, kendi dağlarında buldukları damarlardan dev ateşler yakıp yumuşatarak çıkardıkları tonlarca ağırlıkta Jade bloklarını; dövüp kuma dönüştürdükleri ‘elmas’, ‘safir’, ‘yakut’ ve ‘zicron’ tozlarını ıslak derilere yedirip kurutarak elde ettikleri zımparalarla, binlerce yıldır kullandıkları kendi yaratıları olan özel tornalarda tıraşlayarak biçimlendiriyorlardı.
Batılılar Jade taşı konusunda Asya’dan toplandıkları bütün bu bilgileri, 63 cm. x 48 cm. büyüklüğünde iki ciltlik dev bir kitapta toplamış; 1906 yılında özel elyapımı kağıtlara yalnızca 100 tane bastıkları bu kitabın sonradan daha fazla çoğaltılmasını olanaksız kılmak amacıyla, kalıplarını imha etmişlerdi.
Çünkü bu kitap, Jade taşının Türklerin yaşadığı Türkistan’da Hotan, Yarkent, Lolan, Miran dolaylarından çıkartıldığını; Jade’yi işlemekte kullanılan elmas ve yakut gibi taşların da yine Asya’da Türklerin yaşadıkları topraklarda bulunduğunu; Jade taş baltaların Avrupa’ya Asya’dan, Turani Türklerce getirildiğini belgeliyor; eşdeyişle “Hint-Ari Avrupa Tarih Tezi”nin yanlış, “Turani Avrupa Tarih Tezi”nin doğru olduğunu kanıtlamakta kullanılabilecek, yadsınamaz belgeler içeriyordu.
Artık “Hint-Ari Avrupa Tarih Tezi”ni resmen benimseyen Batılı devletler, Sevr Tasarısının bu tarih tezine dayanan gerekçesini açıkladıkları 16 Haziran 1919 tarihli bildirilerinde; 1876’da Gladstone’un kitabında yer alan görüşleri aynen yineleyerek, Türk ırkının yıkıcı barbarlar sürüsü olduğunu, hiç bir zaman hiç bir yerde uygarlık kurmadıklarını, bu uygarlık yıkıcısı ırkın başka ırkları yönetmesine izin vermeyeceklerini resmen ilan ettiler. Avrupalı devletlerin ders kitapları yoluyla şırınga ettiği bu yalan tarih tezi, I. Dünya Savaşı’nda Türk ırkına karşı Sevr Tasarısı’nın gerekçesi olarak kullanıldığı gibi; II. Dünya Savaşı öncesi Adolf Hitler’in dünyaya egemen olma politikasına da gerekçe olacak ve dünya, ikinci kez “Hint-Ari Avrupa Tarih Tezi”'ne dayandırılmış politikalar yüzünden, kan ve gözyaşına boğulacaktı.
1900’lerin başında “Türkistan kaşifi” olarak tanınan Aurel Stein’in izinden giden Avrupalı antropolog ve arkeologlar da 2007 yılında Jade’nin anayurdu Doğu Türkistan’a gidiyor; burada binlerce yıl önce işletilmeye başlanmış Jade damarlarını ve maden ocaklarını kendi gözleriyle görüp fotoğraflıyor; yine bu bölgede binlerce yıl önce var olan kalabalık yerleşimlerin, iklim değişikliği, nehir yatağı değişmeleri, göl kuruması ve çölleşme nedeniyle terk edildiğini, yaptıkları incelemelerle saptıyorlardı. Bugün tek canlının dahi yaşayamadığı Jade yurdu Hotan, Yarkent, Lolan, Miran, Boğdu-ula çevresinde yüzlerce kilometrekare büyüklüğündeki Taklamakan çölünde yapılan son kazılarda, Avrupa ve Truva kazılarında bulunmuş olan binlerce yıl önceye ait Jade taş baltaların tıpkıları bulunmuş ve Avrupadakilerin, Truvadakilerin, Asya’dan gelmiş olduğu savı bir kez daha doğrulanmıştı.
Yeni bulgular, “Hint Ari Avrupa Tarih Tezi” savunucularınca “uygarlık yıkıcısı göçebe barbarlar” olarak damgalanan Turani Türklerin, kendilerine hayvancılıktan daha çok gelir getiren, en eski ve en önemli geçim kaynaklarının Jade taşı madenciliği, işçiliği ve ticareti olduğunu kanıtlıyordu. Orta Asya Türklerinin dilinde: “Jade taş ocaklarına bin Türk gitse, yüzü sağ kalır; yüz Türk gitse, onu sağ kalır” gibi atasözleri bulunuyordu. “İpek Yolu” sözcüğünün “Hint-Ari Avrupa Tarih Tezi”ne inanan Batılılar tarafından Türklerin gerçekte Jade madencisi uygarlar oldukları gerçeğini gizlemek üzere kasten yanlış üretilmiş bir deyim olduğu da ortaya çıkartılmıştı. Bu yolun, Asyalılar ve Çinliler arasındaki özgün adının “İpek Yolu” olmayıp “Jade Yolu” olduğu; Çin Seddi’nin en batı duvarında Türklerle alış verişe ayrılmış kapıya. Çinlilerce “Jade Kapısı” denildiği; Çin’in binlerce yıllık tarihi boyunca Türklerden her yıl binlerce ton Jade satın aldıkları, vb. gibi, tarihin yeniden yazılmasını gerektirecek ve iki dünya savaşında ölen milyonlarca insanın katili olan “Hint-Ari Avrupa Tarih Tez”ni çökertecek nitelikte pek çok olgu, Thierry Zarcone’un “Yeşimtaşı (Jade) Yolu” (La Roite Du Jade) kitabında, belgeleriyle gözler önüne seriliyordu.
Dahası, Avrupa’da kazılarda bulunan Jade taşından baltaların neden dolayı ağızlarının keskin yapılmamış olduğu da ortaya çıkmıştı. Jade “balta”lar, gerçekte balta olmayıp birer “dinsel simge”ydiler; kesme aracı olarak tasarlamadıklarından ağızları bilenmemiş ve sap geçirilebilecek bir delik açılmamıştı. Avrupalı arkeologlar kesici olmadıkları için bunlara “tören baltası” adını vermişlerdi. Evet, bunlar gerçekten de “tören baltası” idiler.
Ülkemizde, Atatürk’ün benimsediği tarih görüşüne dayanan Türk Resmi Tarihi’ni yalanlamayı meslek edinmiş; Türkleri uygarlık düşmanı olarak damgalayan Giladstonist, Renanist, Hitlerist, Sevrci Hint-Ari Avrupa Resmi Tarihi’ni savunan bir takım yazarlar vardır. Kendilerine “tarihçi” diyen ve dedirten bu gibi yazarlar; “Türk Resmi Tarih Tezi” diyerek saldırdıkları tezlerin, gerçekte 1930’larda Atatürk tarafından üretilmediğini; 1800-1876 arası, yani Atatürk doğmadan önce, Fergusson, Rawlinson, Layard, Oppert, Cahun, vb. gibi yüzlerce Batılı bilginin bilimsel saptamalarına dayandığını, ya hiç bilmemekte, ya da bu gerçeği bile bile gizlemekledirler.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder