15 Aralık 2017 Cuma

ÇİN'DEKİ TÜRK KURGANLARININ HALA BİLİM ADAMLARININ ARAŞTIRMALARINA AÇILAMAMASI BİZLERİ ÜZÜYOR

2017’nin geçtiğimiz aylarında, altın elbiseli adamın, Kazakistan’da 4. örneğinin bulunması ile Türk Kültürü yeni bir kurganına daha kavuştu. Kazakistan’da bulunan kurganlar, Pazırık Bölgesi’nde bulunan kurganlar ve Çin’in Xi’an şehrindeki kurganlar (piramitler) höyük şeklinde ve toprak yığma yöntemi ile yapılmış karakteristik Türk mezarlarıdır. Çin piramitleri de denilen Xi’an şehrindeki bu büyük kurganların takip edebildiğimiz Türk tarihinden daha da eskilerde yapıldığı ya da Türkler’in Ötüken’den uzak düşüp Çin’de yaşamak zorunda kaldığı yıllarda yani Hunlar, Tabgaçlar ya da Göktürkler tarafından yapılmış olabileği tahmin edilmekte. Paylaştığımız videoda bu kurganların içerisindeki ay yıldız sembolümüzü görebilirsiniz. Ayrıca Araştırmacı Yazar Oktan Keleş içine girdiği kurganda ay yıldız sembolümüz ile birlikte kurt başı sembolümüzün de olduğunu belirtmektedir.
Tilla Deniz Baykuzu Hocamız “Çin Topraklarındaki Bazı Türk Soylularının Kurganları” adlı makalesinde bu kurganların Türkler’e ait olmadığını iddia edenlere aşağıdaki bilgiler ile cevap veriyor:
"Hunlar Çin'de yaşadıkları dönemde kendi soyluları için "on binlerce" kişinin yapımında çalıştığı büyük kurganlar inşa etmişlerdir, keza yine Göktürkler'in Çin'de yaşadığı yıllarda Göktürk soyluları için Çin'de kurganlar inşa edilmiştir, sonra Hunlar'dan bir bölük olan Tabgaçlar'da Çin'de büyük kurganlar inşa etmişlerdir."
Diğer kurganlarımız gibi, ileride bilim adamlarının araştırmalarına açılacak olmasını büyük bir ümitle beklediğimiz Çin’deki kurganlar da muhakkak Türk gençlerinin dimağlarında Türk Kültür ve Medeniyeti adına yeni ufuklar açacak.


14 Aralık 2017 Perşembe

ATATÜRK’ÜN MELHAME-İ KÜBRA YANİ ÇOK BÜYÜK VE KANLI SAVAŞ DEDİĞİ SAVAŞ : SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ

BUGÜN, ATATÜRK’ÜN MELHAME-İ KÜBRA YANİ ÇOK BÜYÜK VE KANLI SAVAŞ DEDİĞİ, TAM 22 GÜN 22 GECE SÜRMESİ SEBEBİYLE DÜNYA HARP TARİHİNİN EN UZUN MEYDAN MUHAREBESİ OLAN, SAVAŞTA ÖLEN TÜRK KOMUTANLARIN ÇOKLUĞUNDAN DOLAYI “SUBAY MUHAREBESİ” DE DENİLEN SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİNİN BAŞLADIĞI GÜNDÜR. (23 AĞUSTOS 1921)

Kütahya- Eskişehir muharebeleri kaybedilmişti. Bölgeye Fevzi Çakmak Paşa ile gelen Kemal Paşa genç Türk Devleti’nin ordusunun yok olmasını engellemek için orduyu Sakarya Nehri’nin doğusuna çekti. Bu sırada meclis de Kemal Paşa’ya muhalif olanlar ile sert tartışmalar da yaşanmış nihayetinde de Mustafa Kemal Paşa, Türk ordusunun başkomutanlığında 3 ay süre ile meclisin tüm yetkilerini uhdesine almayı başarmıştı. Hemen “Tekâlifi milliye Emirleri” yani “Millî Yükümlülükler Buyrukları”nı yayınladı. Bu emirler ile Kemal Paşa çamaşır, çorap, çarık, buğday, arpa da dahil olmak üzere Türk Halkı’ndan sonra devlet tarafından geri ödenmek üzere çeşitli besin maddeleri ve giyecekleri ordunun ikmali için istiyordu. 13 Ağustos’da harekete geçen Yunan işgal ordusu kuzey-güney hattında uzanan kuvvetlerinin çoğunu güneye kaydırarak 23 Ağustos’da Sakarya Nehri’nin doğusuna geçti ve Türk ordusunun güney hattına saldırdı. Asıl savaş da o gün başladı. 100 km genişliğindeki cephede çok sıkıntılı anlar yaşandı. Özellikle Polatlı, Haymana ve Çaldağı taraflarında Yunan ordusu çoğu zaman savunma hatlarımızı aştı. Kemal Paşa ise ordunun bir çember altına alınma tehlikesinin baş göstermesi ve meydan muharebesini daha elverişli bir alana taşımak amacıyla Türk ordusunu Ankara’nın 50 km güneyine kadar geri çekti, böylece bu sahte ricat gösterisi Yunan ordusunu da hareket üssünden uzaklaştırıyordu. Başkomutan Mustafa Kemal, dünya askerlik tarihine giren “Topyekûn Savaş” taktiği ile Türk ordusuna moral kazandıran şu sözleri meclisde, bu sırada ilan etti: “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk edilemez. Onun için, küçük büyük her birlik bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük büyük her birlik ilk durabildiği noktada, tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. Yanındakinin çekildiğini gören birlikler, ona tabi olamaz. Bulunduğu mevzide sonuna kadar dayanmaya mecburdur.” Türk ordusu bu yüksek emre uyarak yeisini yok etti. Her iki taraf da cepheye egemen olan tepeleri ele geçirebilmek için 22 gün 22 gece birbiri ile amansızca savaştı. Yunan saldırı gücünün kırıldığını sezen Mustafa Kemal Paşa Türk ordusunun sağ kanadını harekete geçirerek Yunan ordusunun sol kanadını, elindeki önemli tepeleri bırakarak Sakarya’ya doğru çekilmek zorunda bıraktı. Bütün cephe boyunca saldırıyı sürdüren Türk ordusu 13 Eylül 1921’de Sakarya ırmağının doğusundan Yunan kuvvetlerini temizledi. Sakarya’nın batısına atılan Yunanlılar ancak burada tutunabildiler. Böylece Kemal Paşa Genç Türk Devleti’nin başkentini Yunan işgalinden kurtarmış oldu. Sakarya Meydan Savaşı’nın kazanılması üzerine TBMM, Mustafa Kemal Paşa’ya “gazi” ve “mareşal” unvanlarını verdi.






Sevr Barış Anlaşması ve Batı'nın Türkler'in Uygarlık kuramayan Yıkıcı Barbarlar Oldukları Tezi

BATILILAR SEVR ANLAŞMASINA, TÜRKLER’İN UYGARLIK KURAMAYAN YIKICI BARBARLAR OLDUKLARI TEZİNİ DAYANAK GÖSTERMİŞLERDİ. BATI, ATATÜRK’ÜN HAZIRLATTIĞI TÜRK TARİHİNİ SAVAŞLARI İLE DEĞİL DE KÜLTÜR VE MEDENİYET BOYUTUYLA ANLATAN TARİH KİTAPLARINI DA KALDIRTMIŞTI.ÜLKEMİZDE DE, ATATÜRK’ÜN BENİMSEDİĞİ TARİH GÖRÜŞÜNE DAYANAN TÜRK RESMİ TARİHİ’Nİ YALANLAMAYI MESLEK EDİNMİŞ; TÜRKLERİ UYGARLIK DÜŞMANI, OLARAK DAMGALAYAN GİLADSTONİST, RENANİST, HİTLERİST, SEVRCİ HİNT-ARİ AVRUPA RESMİ TARİHİ’Nİ SAVUNAN BİR TAKIM YAZARLAR VARDIR.


Hive’nin Ruslar tarafından işgaline kadar Ruslar’a karşı Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü savunan İngiltere bu tarihten sonra Ruslar’a Hindistan’daki sömürgelerine dokunmamaları karşılığında Osmanlı topraklarını vaad edecekti ve bu politikanın gereği olarak o zamana kadar Avrupa’da benimsenen Turani Avrupa Tarih tezininin tam tersi olarak artık Hint ari Avrupa tarih tezini desteklenecekti, fakat Avrupalılar'ın MÖ 4000’lere tarihlenen “jada taşlı baltaların” Avrupa’ya Türkler tarafından getirilmediği ve dolayısıyla da Türkler’in uygarlık kuramayan yıkıcı barbarlar oldukları konusunda bilim çevrelerini ikna etmeleri gerekecekti. Peki “Jada Taşlı Baltalar” meselesi nedir?
Dünyanın en sert taşı olan “elmas”ın sertlik derecesi 10; Turanlıların 6000 yıl Önce balta ürettikleri Jade taşının sertlik derecesi ise 7’ydi. Bir taş, ancak kendisinden daha sert başka bir taşla işlenebilirdi. Buna göre, Jade taşına biçim verebilmek için, daha önce, ondan daha sert olan ‘elmas’, ‘satir’, ‘zicron’, ‘yakut’, vb. gibi taşları bulmuş, çıkartmış, öğütmüş, kullanmış; bunu yapabilmek içinse binlerce yıl önce günümüz minerolojisine yakın bilgilere ulaşmış olmak gerekiyordu. Turanlı ustalar, kendi dağlarında buldukları damarlardan dev ateşler yakıp yumuşatarak çıkardıkları tonlarca ağırlıkta Jade bloklarını; dövüp kuma dönüştürdükleri ‘elmas’, ‘safir’, ‘yakut’ ve ‘zicron’ tozlarını ıslak derilere yedirip kurutarak elde ettikleri zımparalarla, binlerce yıldır kullandıkları kendi yaratıları olan özel tornalarda tıraşlayarak biçimlendiriyorlardı.
Batılılar Jade taşı konusunda Asya’dan toplandıkları bütün bu bilgileri, 63 cm. x 48 cm. büyüklüğünde iki ciltlik dev bir kitapta toplamış; 1906 yılında özel elyapımı kağıtlara yalnızca 100 tane bastıkları bu kitabın sonradan daha fazla çoğaltılmasını olanaksız kılmak amacıyla, kalıplarını imha etmişlerdi.
Çünkü bu kitap, Jade taşının Türklerin yaşadığı Türkistan’da Hotan, Yarkent, Lolan, Miran dolaylarından çıkartıldığını; Jade’yi işlemekte kullanılan elmas ve yakut gibi taşların da yine Asya’da Türklerin yaşadıkları topraklarda bulunduğunu; Jade taş baltaların Avrupa’ya Asya’dan, Turani Türklerce getirildiğini belgeliyor; eşdeyişle “Hint-Ari Avrupa Tarih Tezi”nin yanlış, “Turani Avrupa Tarih Tezi”nin doğru olduğunu kanıtlamakta kullanılabilecek, yadsınamaz belgeler içeriyordu.
Artık “Hint-Ari Avrupa Tarih Tezi”ni resmen benimseyen Batılı devletler, Sevr Tasarısının bu tarih tezine dayanan gerekçesini açıkladıkları 16 Haziran 1919 tarihli bildirilerinde; 1876’da Gladstone’un kitabında yer alan görüşleri aynen yineleyerek, Türk ırkının yıkıcı barbarlar sürüsü olduğunu, hiç bir zaman hiç bir yerde uygarlık kurmadıklarını, bu uygarlık yıkıcısı ırkın başka ırkları yönetmesine izin vermeyeceklerini resmen ilan ettiler. Avrupalı devletlerin ders kitapları yoluyla şırınga ettiği bu yalan tarih tezi, I. Dünya Savaşı’nda Türk ırkına karşı Sevr Tasarısı’nın gerekçesi olarak kullanıldığı gibi; II. Dünya Savaşı öncesi Adolf Hitler’in dünyaya egemen olma politikasına da gerekçe olacak ve dünya, ikinci kez “Hint-Ari Avrupa Tarih Tezi”'ne dayandırılmış politikalar yüzünden, kan ve gözyaşına boğulacaktı.
1900’lerin başında “Türkistan kaşifi” olarak tanınan Aurel Stein’in izinden giden Avrupalı antropolog ve arkeologlar da 2007 yılında Jade’nin anayurdu Doğu Türkistan’a gidiyor; burada binlerce yıl önce işletilmeye başlanmış Jade damarlarını ve maden ocaklarını kendi gözleriyle görüp fotoğraflıyor; yine bu bölgede binlerce yıl önce var olan kalabalık yerleşimlerin, iklim değişikliği, nehir yatağı değişmeleri, göl kuruması ve çölleşme nedeniyle terk edildiğini, yaptıkları incelemelerle saptıyorlardı. Bugün tek canlının dahi yaşayamadığı Jade yurdu Hotan, Yarkent, Lolan, Miran, Boğdu-ula çevresinde yüzlerce kilometrekare büyüklüğündeki Taklamakan çölünde yapılan son kazılarda, Avrupa ve Truva kazılarında bulunmuş olan binlerce yıl önceye ait Jade taş baltaların tıpkıları bulunmuş ve Avrupadakilerin, Truvadakilerin, Asya’dan gelmiş olduğu savı bir kez daha doğrulanmıştı.
Yeni bulgular, “Hint Ari Avrupa Tarih Tezi” savunucularınca “uygarlık yıkıcısı göçebe barbarlar” olarak damgalanan Turani Türklerin, kendilerine hayvancılıktan daha çok gelir getiren, en eski ve en önemli geçim kaynaklarının Jade taşı madenciliği, işçiliği ve ticareti olduğunu kanıtlıyordu. Orta Asya Türklerinin dilinde: “Jade taş ocaklarına bin Türk gitse, yüzü sağ kalır; yüz Türk gitse, onu sağ kalır” gibi atasözleri bulunuyordu. “İpek Yolu” sözcüğünün “Hint-Ari Avrupa Tarih Tezi”ne inanan Batılılar tarafından Türklerin gerçekte Jade madencisi uygarlar oldukları gerçeğini gizlemek üzere kasten yanlış üretilmiş bir deyim olduğu da ortaya çıkartılmıştı. Bu yolun, Asyalılar ve Çinliler arasındaki özgün adının “İpek Yolu” olmayıp “Jade Yolu” olduğu; Çin Seddi’nin en batı duvarında Türklerle alış verişe ayrılmış kapıya. Çinlilerce “Jade Kapısı” denildiği; Çin’in binlerce yıllık tarihi boyunca Türklerden her yıl binlerce ton Jade satın aldıkları, vb. gibi, tarihin yeniden yazılmasını gerektirecek ve iki dünya savaşında ölen milyonlarca insanın katili olan “Hint-Ari Avrupa Tarih Tez”ni çökertecek nitelikte pek çok olgu, Thierry Zarcone’un “Yeşimtaşı (Jade) Yolu” (La Roite Du Jade) kitabında, belgeleriyle gözler önüne seriliyordu.
Dahası, Avrupa’da kazılarda bulunan Jade taşından baltaların neden dolayı ağızlarının keskin yapılmamış olduğu da ortaya çıkmıştı. Jade “balta”lar, gerçekte balta olmayıp birer “dinsel simge”ydiler; kesme aracı olarak tasarlamadıklarından ağızları bilenmemiş ve sap geçirilebilecek bir delik açılmamıştı. Avrupalı arkeologlar kesici olmadıkları için bunlara “tören baltası” adını vermişlerdi. Evet, bunlar gerçekten de “tören baltası” idiler.
Ülkemizde, Atatürk’ün benimsediği tarih görüşüne dayanan Türk Resmi Tarihi’ni yalanlamayı meslek edinmiş; Türkleri uygarlık düşmanı olarak damgalayan Giladstonist, Renanist, Hitlerist, Sevrci Hint-Ari Avrupa Resmi Tarihi’ni savunan bir takım yazarlar vardır. Kendilerine “tarihçi” diyen ve dedirten bu gibi yazarlar; “Türk Resmi Tarih Tezi” diyerek saldırdıkları tezlerin, gerçekte 1930’larda Atatürk tarafından üretilmediğini; 1800-1876 arası, yani Atatürk doğmadan önce, Fergusson, Rawlinson, Layard, Oppert, Cahun, vb. gibi yüzlerce Batılı bilginin bilimsel saptamalarına dayandığını, ya hiç bilmemekte, ya da bu gerçeği bile bile gizlemekledirler.